17 Ocak 2008 Perşembe

Eski Türk Halıları - Halı ve Kilimin Tarihçesi

Eski Türk Halıları - Halı ve Kilimin Tarihçesi

Eski Türk Halıları - Halı ve Kilimin Tarihçesi

Türklerin daha Hunlar devrinde, Milattan önceki yıllarda çok gelişmiş "Gördes" düğüm'lü halı tekniğine sahip oldukları Altay dağları eteklerinde, Güney Sibirya, Pazırık kurganları kazılarında ele geçen eşsiz halı ile belli olmaktadır. Fakat daha sonra Doğu Türkistan'da Lop gölü batısında Lou-Lan'da 1906-1908'de Aurel Stein, Tarım nehri kuzeyinde Kuça yakınında Kızıl'da bir mabette 1913'te A. von Le Coq tarafından bulunan tek argaç üzerine basit düğüm tekniği ile yapılmış ve 3. ve 6. yüzyıllardan kalma küçük parça halılara kadar ara'da bir boşluk vardır. Belki de bu kadar uzun zaman içinde Pazırık halısının yüksek tekniği unutulmuş, yeniden bulunan çok basit bir düğüm tekniği ile halı sanatında ikinci bir devir başlamıştır.

İslamlık devrinde Abbasilerden kalma geometrik örnekli halı parçaları arasında yine Doğu Türkistan düğüm tekniğine uygun olarak yapılmış bazıları Fustat (Eski Kahire)'ta ele geçirilmiştir.

10. yüzyılda Buharada ve Batı Türkistan'ın diğer merkezlerinde eskiden olduğu gibi halı yapıldığı ve bunların diğer ülkelere ihraç edil'diği kaynaklardan bilinmektedir. 13. yüzyıl başlarında Moğollar'ın tahribine kadar bu durum devam etmiştir.

Kahire İslam Sanatı Müzesi'nde Fustattan gelme, Gördes düğümlü ve kırmızı zemin üzerine Palmet motifi bir yün halı parçası son yıl'larda Johanna Zick-Nissen tarafından titizlikle incelenerek bunun Ortaçağ İslam dünyasında düğümlü halıların başlangıcı olduğu belirlenmiştir. Bordürde kufi yazılı satırdan bir parça kalmıştır. Halının Abbasiler zamanında, Maveraünnehir yani Batı Türkistan'dan ithal edildiği tahmin edilmekte ve 7.-9. yüzyıllar arasında bir tarih verilmektedir. Bu durumda Buhara ilk akla gelen merkez olup, burada Doğu Türkistan'ın aksine, Gördes düğümünün ve kufi bordürle bitki motiflerinin bilinip kullanılmış olması düşünülebilir. Çok karışık ve ince iş'lenmiş desenli iki tarafında değişik örneklerle Kühnel' in Berlin Müzesi'ne kazandırdığı parça halı da Mısır'a Batı Türkistan'dan (Tranoscania) ve Buhara' dan ithal edilmiş olabilir. Bu çevreden daha başka halı kalmadığından diğer örneklerin çeşitleri bilinmiyor.



Mısır'da bulunan diğer parça halılarda ise Doğu Türkistan'ın tek argaca düğüm tekniği uygulanmış olup koyu bir mavi hâkim zemin rengidir. Bunlar, Atina Benaki Müzesi'nde Fustattan gelme iki parça halinde olup yine Johanna Zick-Nissen tarafından incelenmiştir. Kahire Üniversitesi koleksiyonunda Eski Kahire'nin Tolunlu şehri el-Katai' de yeni bulunmuş diğer bir parça kufi bordur ve ona bağlı inci dizisi örneği olarak, Benaki Müzesi'ndeki parça'lar ile aynı özelliği taşır.

Tolunlular 'ın Mısır'dan başka Suriye ve Adana havalisine kadar genişlediği Humaraveyh zamanında halı ve dokuma sanatının çok gelişmiş olduğu anlaşılıyor. Fakat daha sonra İran'da, Selçuklu Sultanlığı devrinden hiçbir halı parçasının kalmamış olması büyük talih'sizliktir. Bununla beraber 13. yüzyıl başlarında Konya'da Anadolu Selçuklularımdan kalan Gördes düğümü ile yapılmış halılar, halı sanatının temelini oluşturan ve etraflıca bilinen en eski halılar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Konya Alâeddin Camii'nde 1905'te F.R. Martin tarafından keşfedilen bu sekiz Selçuklu halısından sonra R.M. Riefstahl' in 1930'da bulduğu üç Selçuklu halısı ve 1935-1936 yıllarında Fustat' ta ele geçirilen yedi küçük parça halı ile bunların sayısı 18'i bulmuştur.

İslam dünyasına Türkler' in getirdiği halı sanatı diğer taraftan tek argaca düğüm tekniği ile İspanya'ya kadar yayılmış, Avrupa'da da hayranlık uyandırarak ressamların tablolarında yeni bir unsur olarak yerini almıştır.

İran halısı diyebileceğimiz halıların ancak 15. yüzyıldan sonra ortaya çıkması, 14. ve 15. yüzyıllarda minyatürlerde görülen halıların kufiden gelişen bordürleriyle 13. yüzyıl Selçuklu halılarının motiflerini benimseyerek tekrarlamış olmaları ile İran'da halı sanatının Türklere bağlı gelişmesi kendini belli eder. Tarihlendirilen orijinal İran halıları 16. yüzyıldan başlamaktadır. Selçuklu halılarında kufiden gelişen bordur daha sonraları örgülü ve çiçekli kufi bordürler halinde minyatürlerdeki halı tasvir'lerinden başka İspanya ve eski Kafkasya halı'larına varıncaya kadar yerini alarak etkisini göstermiş bu halılara büyük ölçüde zenginlik kazandırmıştır.

14. yüzyılda kuvvetle üsluplanmış hayvan figürlerinin Anadolu halılarına girmesi de yine Selçuklu menşeine dayanır. Bunların daha yüzyılın başında Avrupa resminde yer alabilmesi için Selçuklu devrinde Avrupa'ya getirilerek tanınmış olması gerekir.



Fakat bu hayvan figürlü halıların asılları bir yüzyıldan uzun bir sürenin sonunda, ancak 1890'da W.v. Bode'nin Roma'da, Berlin Müzesi için satın aldığı ejder anka mücadelesi kompozisyonlu (Ming) halısı, diğeri 1925'te İsveç'in Marby köy kilise'sinde bulunan bir ağacın iki tarafından kuş figürleri ile kompozisyonlu halı olarak yüzyıllarca sonra keşfedilebilmiştir. Daha sonra Fustat' ta, İstanbul'da ve Konya'da bulunan diğer hayvan halılarıyla durum zenginleşmiştir.

R.M. Riefstahl'in Beyşehir'de üç Selçuklu halısından başka bulduğu, 15. yüzyıldan kalma büyük boydaki dördüncü halı da daha sonraki Holbein halılarının prototipi olarak çok zengin bir gelişmenin sağlam temelini meydana getirmiştir.

1451'de Fatih devrinden başlayarak 16. yüzyıla kadar önce İtalyan sonra Felemenk ve Hollandalı ressamların tablolarında tasvir edilen, fakat Holbein'in tablolarında daha sık ve belirli görüldüğü için onun adıyla tanınan örgülü kufiden geliştirilmiş bordürler ve çok üsluplanmış bitki motifleriyle canlandırılmış geometrik örnekli halılar, Osmanlılarla yeni bir üslubun başladığına işaret eder. Hepsi Holbe'in ile ilgili olmamakla beraber bu halılarda dört tip ayırt edilir. Birinci tipe giren küçük örnekli Holbein halıları, konturları belirsiz düğümlü sekizgenlerle, kaydırılmış eksenlerde alternatif sıralanmış ve rûmi palmetlerden meydana gelen baklavalardan ibaret zeminleriyle adına en uygun ve karakteristik halı olup aynı zamanda bunların en eskisidir. Holbein'in tablolarında hiç yer vermediği küçük örnekli ikinci tip de bitki motiflerinin birleşmesiyle meydana gelen dört kollu (haçvari) zengin baklavalarla, dağılmış şekiller haline gelen kontursuz sekizgenlerin aynı şemaya göre sıralanmasını gösterir. Lorenzo Lotto'nun tablo'larında sık görüldüğü için son zamanlarda bunlara Lotto halıları adı verilmektedir. Uşak bölgesine mal edilen bu küçük örnekli iki tip daha sonra Uşak halılarının geliştirilmesine yol açmıştır.

Büyük örnekli III. ve IV. tip Holbein halılarından ilki sekizgenle dolgulanmış büyük kare veya dikdörtgenlerin üst üste sıraladığı sade bir örnek gösterir. Aynı büyüklükte bölümlenme şekliyle hayvan figürlü halılara bağlanan bu III. tip Holbein halıları 15. yüzyıl boyunca gelişmiş ve son yıllara kadar devam etmiştir.



Büyük kare veya dikdörtgenlerin altında ve üstünde ikişer küçük sekizgenden ibaret örnekleriyle ilk defa bir gruplanma gösteren IV. tip Holbein halıları Selçuklu devrinin geometrik şekilleriyle kufiden gelişen bordürlerini devam ettirmektedir. Büyük örnekli bu son iki tip Holbein halıları Bergama halıları grubuna geçişi hazırlamıştır. Bunlar da geometrik örnekler, bazen çok üsluplanarak aynı şemaya uydurulmuş bitki motifleri hâkimdir. En eski'leri 16. yüzyıldan kalan bu halılarda 18. yüzyıl da küçük hayvan figürlerinin dolgu motifi ola'rak tekrar ortaya çıkması ile hayvan figürlü halılarla bağlantı kurulmuştur.

Geometrik örnekli halılar yanında 16. yüzyıl boyunca ortaya çıkan çeşitli tiplerle Türk Halı Sanatı'nda çok parlak ve yeni bir devir açılmıştır. Uşak bölgesinde yapılan halılarla başlayan bu gelişme, Osmanlı sanatının diğer kollarında ve mimaride olduğu gibi klasik bir devir olarak değerlendirilmiştir. Bu Uşak halı'larının çok zengin ve çeşitli grubu etraflıca toparlanıp incelenmiştir, iki ana tip olarak madalyonlu ve yıldızlı Uşak halıları sağlam geometrik motifler yerine, çeşitli zengin motiflerinden bir kompozisyonla yeni devrin başlangıcı olmuştur. Bunlardan, madalyon motifinin esas olduğu halılar on metreye varan ölçüleriyle büyük orta madalyonun altında ve üstün'de birer yanlar da ikişer kesik madalyonla sonsuzluğa işaret eden bir örnek gösterir.

Madalyon Tebriz halılarından gelen kitap, cilt ve tezhip süslemelerinden geliştirilmiş bir motiftir. Fakat onlarda madalyon motifi sınır'ları belli kapalı kompozisyonlar halinde kalarak dondurulmuş, buna karşılık Türk halıları'nın sonsuzluk prensibi bu yeni tiplerde de hâkim olmuştur. Türkler, kitap sanatına bağlanmadan sonuna kadar tekstil sanatı kanunları'nı ve özelliklerini sağlam bir seziş kabiliyetiyle korumuşlardır. Madalyonlu Uşak halıları 16. yüzyıldan 18. yüzyıl ortalarına kadar devam etmiştir.

Sekiz köşeli yıldız biçimindeki madalyon'larla küçük baklava şeklindeki madalyonların kaydırılmış eksenler üzerinde alternatif sıra'lanmasını gösteren Yıldızlı Uşak halılarında örneklerin sonsuzluğu daha bellidir. 1. gruptan daha küçük ölçüde yapılan bu yıldızlı Uşak halıları 16. yüzyıl başlarında görülüp 17. yüzyıl sonunda ortadan kaybolmuştur.

Klasik Anadolu halıları yanında 16. yüzyıl son yarısından başlayarak yepyeni bir teknik'le, tamamıyla naturalist motiflerin hâkim oldu'ğu Osmanlı Saray halıları grubu ortaya çıkmıştır. Hepsi Gördes Türk düğümlü bütün diğer Türk halılarından farklı olarak sine (İran) düğü'mü ile yapılmış olan bu halılar sık düğümleriyle kadifeyi andıran yumuşak bir etki bırakırlar. Osmanlı saray üslubu diyebileceğimiz bu yeni gelişmede üslup birliği halinde bütün diğer sanatlarda da naturalist motifler hâkim olmuştur. Bütün süsleme sanatlarında, lale, sümbül, gül, karanfil, bahar açmış dallar, saz denilen kıvrık yapraklar, 18. yüzyıl sonuna kadar gittikçe zenginleşerek kullanılmıştır.

Osmanlılar 1514'te Tebrizi 1517'de Kahire'yi fethetmiş olup bu iki tarih Türk Halı Sanatı bakımından önemlidir. Osmanlı saray halıları Memlûk halılarının teknik malzeme ve renk etkisi altında o devir Türk sanatının bütün kollarında görülen Türk çiçeklerinin naturalist motifleriyle meydana gelmiş, madalyon düzeni Uşak halılarından farklı olarak belirsiz planda kalmıştır. Esas örnek sonsuzluğa göre çizilmiş bir desendir.

İlk Saray halılarının İstanbul'dan gönderilen örneklere göre Memlûk halı tezgâhlarında yapıldığı kabul edilmekle beraber Kühnel daha sonra bunların İstanbul'da ve ipek şehri Bursa'da yapılabileceğini ileri sürmüş, bu fikir bir kaynakla da belgelenmiştir.

Sultan Murad III.'ün 1585 tarihli fermanıyla, Mısır'da bulunan ipek gibi ince yün malzemesini birlikte getirmek kaydıyla İstanbul'a davet ettiği 11 halı ustasından biri (Arslan) adından anlaşılacağı gibi Türk asıllıdır. Bu Mısır yünü tatlı kırmızı, güzel bir sarı, koyu mavi ve çimen yeşili olarak Memlûk halılarında görülen renklerle boyanmış argaç ve arışları için tabii beyaz yün iplik, arışlarda bazen kırmızı yün kullanılmıştır. İstanbul ve Bursa'da ilk Saray halılarının örnekleriyle yapılan sonraki halılarda ise argaç ve arış iplikleri ipekten yapılmıştır.

Dünya müze ve koleksiyonlarına dağılmış olan Osmanlı Saray halılarından elimiz de yalnız TİEM' de bulunan çok yıpranmış halde 8.80 x 4.65 m. ve 4.28 x 4.80 m. gibi çok büyük ölçüde iki halı ile bir seccade ve T.K.S.M'-de diğer bir seccade kalmıştır. Eskişehir kaza'sından Seyyid Battal Gazi türbesinden 10 kanunusani 1329 (1911 Ocak) tarihinde getirilmiş 768 ve 153 sayı ile TİEM' ne kaydı yapılmıştır. 768 envanter kayıtlı ve daha büyük ölçüdeki halı kırmızı zemine sarı ve beyaz dolgu'lu kanatlı rûmflerden meydana gelen dört iri palmet dolgulu baklavaların kaydırılmış eksen'ler halinde sıralanmasını gösterir. Enine beş sıra halindeki baklavaların içi bir sırada yeşil bir sırada koyu mavidir. Baklavalar arasında çift sıralı saplarla bağlantı sağlanmıştır.


Barok havalı kanatlı rûmılerin baklava kompozisyonu, Osmanlı Saray halılarında çok kullanılan bir örnek olup, bu halıdan başka Londra, Victoria and Albert müzesindeki Saray halısında aynen tekrarlanmış, bazen bu zemin kompozisyonu üzerine madalyonlar eklenmiştir.

16. yüzyıl ortasından 17. yüzyıl sonuna kadar süren Osmanlı Saray halıları örnekleri fa-kirleşip yavanlaşarak devam etmiştir. Uşak halılarının bozulan gruplar içinde kabalaşmış örnekler halinde günümüze kadar yaşamış, 19. yüzyılda İzmir halıları adını almıştır.

Saray halıları grubundan seccadeler ise 18. yüzyılda Gördes, Kula, Lâdik Uşak seccadelerinde çeşitli şekilde yaşatılmıştır. Bu gruptan Sultan Ahmet' le ait olduğu bilinen şahane bir seccade Topkapı Sarayı Müzesindedir. Mangal altına serildiği için, bazı yanıkları olmakla beraber Sultana layık bir iş olduğu bellidir.

Berlin Müzesi'nde bulunan diğer bir Saray seccadesi üst kenar bordüründeki 1019 hicri tarihli kronograma göre 1610 yılını göstermekte ve 17. yüzyıl başlarında saray imalatı seccadelerin, belki de Sultan Ahmet I. için seçme bir örnek halinde, yapıldığına işaret etmektedir.

Önceki yüzyıllardan bugüne kadar bilinen en eski seccadeler 15. yüzyıldan kalmış olup, Türk Halı Sanatı'nın ayrı bir grubunu teşkil eder. Bunlardan TİEM' de bulunan üç seccadenin birbirinden tamamıyla farklı üç ayrı kompozisyon göstermesi zengin yaratma gücüne işaret eder. Diğer 15. yüzyıl seccadeleri'ni Belliniler, Carpaccio ve L.Lotto Rönesans tablolarında tasvir etmişlerdir. Münih galeri'sinde Giovanni Bellini'nin 1507 tarihli Venedik Docu Loredan'ı canlandıran tablosunda masanın ayakları altında görülen böyle bir secca'denin tam benzeri, Berlin İslam Sanatı Müzesi'nde bulunmaktadır. En erken örneklerden biri de Gentile Bellini'nin Londra National Galeri'deki tablosunda resmedilmiştir.

Berlin müzesinde 16. yüzyıl başından şahane bir Uşak seccadesinin alt kenarında Bel'lini seccadelerindeki girintili bölüm çok iri bir palmet şeklini almıştır. Bode koleksiyonun'dan 1600 tarihli diğer bir Uşak seccadesi çok geniş bir bordürle ortası madalyonlu sade çift mihrablı seccadelerin ilk örneklerindendir. 15. yüzyıl gibi 16. yüzyıldan da ne yazık ki çok az sayıda seccade kalmıştır.



17. yüzyılda birden çoğalan ve çeşitleri zenginleşen seccadeler arasında kıvrak kon-turlu mihrab şekilleriyle Gördes seccadeleri en zengin aynı zamanda Osmanlı Saray seccadeleriyle bağlantılı, onlara yakınlık gösteren grup olmuştur. Güneyinde bulunan Kula, daha sade mihrap nişleriyle Gördes'e benzemekle beraber sayıları 10'a kadar çıkan ince şerit halinde bordürleriyle ayrılır. Ayrıca manzaralı Kula denilen küçük evler ve ağaçlarla dekorlu değişik cinsleri vardır. Lâdik seccadeleri üçüncü sırada gelir. Yumuşak yünleri ve parlak renkleriyle göze çarpar, mihrabın altın'da veya üstünde görülen uzun saplı lale sıra'ları ile karakteristiktir.

iki veya üç konturlu mihrablarıyla Kırşehir ve kazası Mucur seccadelerinde iki veya üç çeşit kırmızı renk vardır. Milas seccadeleri canlı ve parlak renkleriyle Gördes seccadelerinin şekillerini Uşak ve Bergama etkileriyle devam ettirir. Hayvan postu biçiminde mihrab şekilleriyle diğer seccadeler ayrı bir grup halinde bunları zenginleştirir.

Transilvanya kiliselerinden dünya müze ve koleksiyonlarına dağılan Anadolu seccadeleri'nin çoğu 17. yüzyıldandır. Tek ve çift mihrablı şekilleri olan bu seccadeler Uşak ve Bergama grubuna bağlanır. Bunlar dışında kalan diğer seccadeler hep yukarıda görülen tiplerin az çok değişmiş, karışık şekillerinden meydana gelmiştir.

Türk Halı Sanatı 19. yüzyıl sonuna kadar gelişmesine devam etmiş, bugün de Konya, Kayseri, Sivas, Kırşehir bölgesi ile, Batı Anadolu'nun Isparta, Fethiye, Döşemealtı, Balıkesir, Yağcıbedir, Uşak, Bergama, Kula, Gördes, Mil, Çanakkale, Ezine, Doğu Anadolu'da Kars ve Erzurum bölgesinde eski Türk halı sanatının canlandırılmasına ve geleneğin yaşatılmasına çalışılmaktadır.



Halılarımızı görmek için tıklayınız...

Hiç yorum yok: